“Para isteme benden, buz gibi soğurum senden… Kulüpler için bu söz, adeta vazgeçilmez bir slogan… Transfer döneminde, futbolcuların gelişi sırasında büyük özveri ve hoşgörüde bulunanlar, ısrarcı olanlar, iş para ödemeye geldiğinde, iki tercihte bulunuyor: Gerekli randımanı alamadığı isimleri, önce bir bahaneyle, adeta “itibar suikasti”ne tabi tutuyor, taraftarın gözünden düşürüyor, ardından da… Sepeti koluna, herkes yoluna… Ya da işine yarayanları bir şekilde tutmaya çalışırken, 40 takla atıyorlar.
YARIM SEZON İÇİN 3.8 MİLYON EURO
Suudi Arabistan’ın “sakat” bulup da almadığı Hakim Ziyech’in, Galatasaray’a gelmesiyle övünenler, Angelino’nun sözleşmesini yapan isimlerdi. Önce şuna karar vermeliler; İspanyol sol bekin kalmasını istiyor musunuz? İstemiyorsanız, neden böyle bir sözleşme tercihiniz oldu? 20 maç bile oynayacağını tahmin edemediniz mi? Eğer istiyorsanız, nerede hesap hatası yaptınız? Bonservisi için konan 6 milyon euro mu çok geldi? Ancak, yarım sezon için 3.8 milyon euro ödeneceğini söyleyelim de herkes bilsin. Leipzig’e bir yıllık kiralama bedeli 1.5 milyon euro, futbolcunun kendisine de, 2 milyon 300 bin euro… Yani; 19 karşılaşma için, 3 milyon 800 bin euro… Vergisi, masrafları falan, kalanını siz hesap edin. Buyrun hayrını görün!
Üç gün önce en değerli genç kabul ettiğiniz sol bek Kazımcan Karataş nerede? Almanya’dan “yeni yetme” sol bek tercihiniz oluyor da, Kazımcan nereye gidiyor? Barış Alper’i bile sol bek düşünürken, diğerleri neden “çöp” oluyor? 15 milyon euro satın alma opsiyonuyla getirilen Ndombele’nin kiloları ve yedikleri alay konusu olurken, onu gereken kıvama getirmeyen ya da getiremeyen teknik ekibin ne kadar günahsız?
Angelino kötü, Bakambu kötü, Halil Dervişoğlu kötü, Hakim Ziyech kötü, pardon sakat; Tete, Zaha ve Kerem Demirbay eh işte! Neden geldiler, niçin gidecekler? Kaça geldiler, kaça gidecekler? Galatasaray’ın kasasından -eğer giderlerse- giderken ne kadar götürecekler?
Yusuf Demir en sona kaldı. 6 milyon euroya alınan Barcelona görmüş genç, hem de Basel’de forma giyerken ya da giymeye çalışırken, “Galatasaray’a ihtar çekti” haberlerine, “saçma sapan” diyebiliyor. Biz yalan yazdık öyle mi? Eğer mertseniz-delikanlıysanız, “Yusuf Demir ihtarname çekmedi. Son gün olan 2 Ocak’ta da hesaba herhangi bir para yatmadı” demelisiniz. Herkes görsün bilsin, kim doğru, kim yanlış…
İhtarnamenin bir örneği Galatasaray’da varsa, diğer örneği de Türkiye Futbol Federasyonu’nda… Nasıl olsa, futbolcular için alışılan “itibar suikasti”, gazeteciler için de geçerli… Hey gidi sosyal medya… Bir kıvılcım ile ortalık yanıyor. Zavallı taraftar, inanmak istediğine inanıyor ya da inandırılıyor.
Galatasaray Teknik Direktörü Okan Buruk ile birlikte fotoğraf paylaşan Yusuf Demir’in menajeri, belli ki bazı beklentiler içerisinde… Acaba Yusuf, Basel’den geri mi dönecek de, kulübü karşısına almak istemiyor. Veya, yeni bir transfer var da, ekmeğinin (!) kesilmesini mi istemiyor? Bilemem… İlk akla gelen bunlar…
Zaten Galatasaray’ın büyüklüğü, işte tam da burada ortaya çıkıyor. Zarar üstüne zarar… Ama kulüpte milim tasarruf yok. Localar yeniden satılacak, güya borçlar kapanacak. Riva’daki 1 milyon 175 bin metrekare arazi için, genel kuruldan izin alınırken ne denmişti? “Borçların tümü kapatılacak.” Şimdilik olmadı…
Ardından Mecidiyeköy arazisinin üzerine yapılan bina, rezidans olarak satıldı. Florya’nın arazisinin bu parayla alındığı açıklandı. Şimdi sırada “Florya fonu” var. Aman yanlış anlaşılmasın, Florya fonu derken, son günlerin popüler olayı olan tokatçılıktan bahsetmiyorum, Galatasaray’ın geleceğini kurtaracak fondan söz ediyorum. Başkan Dursun Özbek, Florya’ya yapılacak inşaatın geliriyle bir fon oluşturulacağını, bunun, kulübün geleceği açısından kurtuluş olacağını belirtti. İşte bu fondan söz ediyorum. Tamam, orası da bir bitsin bakalım ne olacak?
VAR MISINIZ?
Yıllar yılı, herkesten bir şeyler alarak, bazı şeyleri düzeltmeye çalıştık. Kimi iyi oldu, kimi iyiyi yapalım derken, bozuldu. Ancak birçok alanda olduğu gibi futbolda da, “bizim sistemimiz” diyebileceğimiz bir düzenimiz maalesef olmadı.
FIFA’nın büyük hayallerle kurduğu bir “Clearing House” sistemi var. Başlangıçta, yetiştirme bedelleri ve dayanışma payıyla yola çıkan bu sistemi FIFA, futbol ailesinin tüm parasal konularında uygulamak için kurdu. Ancak yıllar geçti, çok az mesafe kat edebildi. Bankacılık mevzuatında ne derece karşılık bulacağını bilemiyorum ama, “Takas Odası” diye Türkçeleştirilebilecek bu sistemin bir benzeri, Türkiye için uygulanamaz mı acaba? Mesela, iki kulüp arasındaki bonservis bedelleri, bu sistem üzerinden görülecek, futbolcular bu yapı üzerinden maaşlarını alacak. Menajer tahsilatı bu şekilde yapacak. Tabii vergiler de, düzenli hale gelecek ve devletin tahsilatı kolaylaşacak.
Bunun, kulüplerin, futbolcuların ve menajerlerin çok işine gelmeyeceğini biliyorum. Ama madem bir düzen oturtma çabasındayız, özel kanunla kurulan, özerk Futbol Federasyonu, böylesine bir devrimle yola çıkabilir. Belki o sayede, “tabandan zirveye” ulaşılabilir. Üzerinde çalışmaya değmez mi?
BAŞKAN KİM OLSUN?
Kulüpler Birliği Vakfı, bir süredir Süper Lig AŞ için çalışma içerisinde… İşleyişten tutun, parasal durumlara, organizasyona kadar her şey, tek elden yönetilmek isteniyor. Tıpkı, Premier Lig yönetimi gibi…
Özünde son derece güzel, faydalı, olması durumunda, birçok yarayı tedavi edecek, en azından pansuman yapabilecek bir düzen… Üstelik, “Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim” diyen bir zamanların Milli Eğitim Bakanı gibi, Türkiye Futbol Federasyonu da, büyük bir yükten kurtulacak!
Ancak sorun şu; Süper Lig AŞ’nin başında kim olacak? Emin olun, üç ayda bir başkan değişir. Bırakın kendisini, kardeşinin, kayınpederinin, sülalesinin hangi takımı tuttuğu sorgulanır, yapılan her icraat bir kesim tarafından tefe konur! Var mısınız birlikte bir çalışma yapalım. Üzerinde mutabakat yapılabilecek hangi isimler ortaya çıkacak? İşte size mailim: [email protected]… Başkan kim olabilir? Doğrusu ben de çok merak ediyorum.”